Tarih Yeni Türkiye’yi kovalar mı?
İnsan kendi ömründe kendi geçmişiyle ne kadar ilişkiliyse, geçmişinden ne kadar bağımsız kendine gelecek kurabiliyorsa, toplumların ve devletlerin de geçmişleriyle etkileşimi aynı “kader” üzeredir.
Düne bakış ve gelecek senaryolarında geçmişe verilen yer ve önem, özü itibariyle bir “zihniyet” meselesidir. Kuşkusuz zihniyetler dünü yorumlarken, bugünü yönetirken ve gelecek kurgularken bir “perspektif” ortaya koyarlar. Bu perspektif algı, yorumlama, tutum ve planlamayı etkiler ve hatta daha çok belirler.
Örneğin şahsî perspektifimde, bugünün Çin coğrafyasından Avrupa kıtasına kadar Türklerin büyük tarihî yürüyüş kronolojisi sadece bir “göç kronolojisi” değildir. Bu kronoloji aynı zamanda bir akıl, duygusal zekâ, gelişim ve etkinleşme kronolojisidir. Yani Viyana kapılarına gelen Türklerde, bu büyük tarihî yürüyüşle gelen toplam akıl, toplam inanç ve toplam gelişim vardı. Kuşkusuz bu kronolojide “ayraç etkisi” dediğim, yani öncesini toplama çeviren ve sonrasını geleceğin aklı kılan çok önemli olaylar, kararlar, fetihler ve entelektüel dönüşüm dönemleri vardır.
Kuşkusuz bu kronoloji ve ayraç etkisi tablosunu eğer “Anadolu” merkezli ortaya koyacaksak, o zaman büyük tarihî yürüyüşte “Anadolu” başlığı altında bir dönemi eksen almamız gerekir. Ayrıca Türklerin büyük yürüyüşü dünya atlasında önemli yer tutsa da, bir de “Türklerin büyük konaklayışı” vardır. Ki bu, bir medeniyet atlasıdır ve bu medeniyetin en büyük kıtası da Anadolu’dur.
Dolayısıyla bir “Anadolu aklı”, “Anadolu estetiği”, “Anadolu devleti”, “Anadolu zevki” şeklinde uzayıp gidecek kimlikleşme zincirinden bahsedebiliriz.
Fakat Viyana Kuşatması öncesi ve sonrası yüzlerce yıldır geriye çekilen Batı dünyasının (özü Roma İmparatorluğu’dur) Türklere karşı yaşadığı çoklu travma o kadar büyük olmuştur ki Coğrafî Keşifler, Avrupa merkezli Rönesans ve Fransız Devrimi’nin etkileri ile toparlanıp güçlenen Avrupa, adeta Türklerin büyük tarihî yürüyüşündeki kronolojisini geldiği yere kadar püskürtmek ve geri çekilmeye mecbur bırakmak için “küresel yemin” etmiştir.
Son iki yüzyılda, başta Avrupa’nın ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında ABD öncülüğünde tüm Batı dünyasının adeta tek stratejisi olmuştur: “Türklerin tarihten çekilmesi”…
Peki, dünyanın en büyük tarihî yürüyüşlerinden birine sahip, üç kıtaya hükmetmiş, imparatorluk tecrübesinde ve Anadolu gibi dünya mirasının ata ocağı sayılan topraklarda kökleşmiş bir gücün tarihten çekilmesini nasıl sağlayabilirsiniz? Tabiî ki topyekûn saldırarak, çoklu cephe açarak ve en önemlisi de bu gücü sağlayan hafıza, değerler, kolektif davranış ve devlet aklı-toplum vicdanı bütünlüğü gibi “gücün kolonları” diyeceğimiz unsurları mümkünse yok ederek… Değilse, zayıflatıp teslim alarak…
İşte bu sebeple son iki yüzyılda Anadolu topraklarına yönelik tüm operasyonları, ilişkileri ve olayları bu perspektiften anlamak, okumak, yorumlamak ve ona göre hazırlık yapmak, gereğini uygulamak ve gelecek planlarını bu tehditleri öngörerek resmetmek gerekir.
Özellikle 1923 ile 2023 arasındaki yüzyılı bu büyük yürüyüş ve büyük saldırı gergefinde anlamlandırmak, her alanda yaşanmışlıkları bu büyük fotoğraf içinde birer yapboz gibi büyük fotoğrafı tamamlayacak şekilde görmek ve yerleştirmek icap eder.
45 yıllık siyasî hayatımda, yol arkadaşlarımızla, halkımızla bu perspektiften kopmadan, bütün yorumları bu büyük fotoğraf içine yerleştirerek ele almaya çalıştık ve kamuoyunu bilgilendirirken, sohbetlerimizde, hep bu perspektifle analizler üretmeye gayret ettik.
AK Parti içinde yer aldığım ve milletvekilliği gibi halkıma hizmet etme şerefine nail olduğum tüm süreçlerde “Anadolu siyaseti ve şuuru” ilkesinden ayrılmadım. “Büyük Anadolu Aklı” zemininde “Büyük Türkiye İdeali” eserimi de bu perspektife tanık ettirmek için kaleme aldım.
Hayatım boyunca konferanslarımda, Meclis kürsüsündeki seslenişlerimde, sohbetlerimde, kitaplarımda ve sosyal medyadaki paylaşımlarımda, “büyük tarihî yürüyüşte Anadolu aklı ve irfanı” perspektifini ekip arkadaşlarımızla, dava yoldaşlarımızla istişare ederek netleştirdim.
Misafirim olduğunuz bu web sitesinde de bütün olup bitenler bu perspektifin meyveleri hükmündedirler. Unutmayalım ki, “tarih yazmamışsanız, tarih sizi okumaz”!