Bilgiyi arıtmak ve yönetmek
Kırk beş yıllık siyasî hayatımda en fazla duyduğum “tespitli tavsiye” şudur: “Eğitim şart!”
Fakat siyasî hayatım boyunca bir de şu gözlemim oldu: Eğitimin şartları var ve herkesin eğitime yüklediği anlam ile bağlam birbirinden farklı…
Öncelikle burada doğru kavram, “bilgi” kavramıdır. Belki sadeleştirmek gerekiyor bu vurguyu; “eğitim” dediğiniz şey, aslında bir “bilgi politikası”dır.
Nitekim bilişim teknolojisi ve dijital dünya, bize “bilgi” alanında “devrim” diyebileceğimiz gelişmeler sunar. Hâlbuki “Eğitim şart!” etiketini kullanan yaklaşımlara baktığımda, çoğu, bilgi değil de daha çok görgü, tecrübe ve disiplin anlamında beklentileri dillendiriyor. Yani “Eğitim şart!” diyenler, genellikle bilgiden ve bilgi ile ilişkideki dünya gelişmelerinden habersiz konuşuyorlar.
Nitekim “eğitime katkı” başlığı ile “okul sayısı, sıra sayısı, ödenek ölçeği, şehirlere düşen üniversite sayısı” gibi sadece “nicel hizmetler” anlaşılıyor. Bu anlayış sadece içinde bulunduğum siyasî hareketin değil, tüm resmî, sivil ve siyasî kuruluşların da eğitim anlayışını betimliyor. Oysa çok önemli hizmetler olsalar da bunların hiçbiri “bilgi”yi ve onunla ilişkiyi anlatmadığı gibi bilgi üzere gelişmeye katkıyı da içermez. Çünkü bilginin mekânı okul değil, insan beynidir.
Nitekim dijital dünya ve bilişim teknolojisi, “beyin ve bilgi” ilişkisi üzerinde inanılmaz yenilikler geliştiriyor. Özellikle Metaverse başta olmak üzere Web-1 ve Web-2 dönemi artık geride kaldı. Web-3 heyecanı içinde “bilgide blog zincir” çağı başlıyor. Dolayısıyla eğitim, özü itibariyle bir “bilgi politikası” içerdiğinden, odaklanmamız gereken de bilginin mahiyeti, işlevi ve en önemlisi bilgi politikası üreten küresel güçlerin dünyayı nereye sürüklediğini takip etmektir.
Siyasî hayatım boyunca bana ulaşan nicel talepleri ve eğitimciler veya eğitim unsurlarıyla ilgili şikâyet ve beklentileri takip ettim, bunlarla ilgilendim ve imkânlarım nispetinde uzmanlarıyla istişare ederek çözüm aradım. Ancak bilginin kendisini ve bilgi politikası üreten küresel güçlerin izini sürmeyi önceledim. Dijital dünyadaki gelişmelere dikkat çekmeyi ve hazırlanmamız gereken süreçleri her fırsatta dillendirdim.
Üniversite mezunu olan gençlerimiz, ellerindeki diplomayla eğitim dünyasına “memur” olarak girme imkânına kavuşuyorlar. Ancak memuriyet dışında özel sektöre veya bilgi dünyasına girmek istediklerinde, ellerindeki diplomanın yetersiz, hatta hiç işe yaramadığını görmenin şaşkınlığını yaşıyorlar. Çünkü eğitim hayatları boyunca “öğretilmiş ve şartlanılmış bilgi tarihi” dersleri alıyorlar. Fakat buna rağmen bizzat bilgi ile iletişime ve etkileşime girmedikleri için, gelişen dünyanın gerisine düşebiliyorlar.
Hatta üzgünüm ki, gelişen bilgi çağının sadece “tüketici robot” misali küresel endüstrinin işçisi olmayı bile paye sanabiliyorlar.
Kuşkusuz bu tespit ve eleştirilerde benim de bir siyasetçi olarak sorumluluğum var. Ancak mesele ve çözüm, “Kim sorumlu?” sorusunun cevabında değil. Mesele ve cevap, “Bilgi kimde?” gerçeğindedir.
Yeri gelmişken, bilişim teknolojisiyle, “Bilgi, saniyeler içinde herkeste” şeklinde bir efsane dolaştırılıyor. Oysa bu, küresel endüstrinin tuzağıdır. Saniyeler içinde, örneğin Google ortamında, herkesin ulaştığı bilgi, aslında küresel güçlerin ürettiği bilginin politikasıdır. Bu zeminde belki doğru cümle şudur: “Saniyeler içinde ‘bildirilmiş bilgiye ve arşivine’ ulaşılıyor.”
Çünkü hiçbir devlet veya bilgi politikası üreten merkez, kendisini güçlü kılan bilgi politikasını ve hatta çoğu zaman bilginin kendisini herkese sunmaz.
Zaten Web-3 çağı işte bu “paylaşmamayı”, “gizlenmiş” bilgi politikası zincirini, küresel bilgi endüstrisinin “tekelleşme” zincirini kıracağını iddia ediyor. Peki, bu iddiayı nasıl ispatlıyor? Her bir kişinin patenti kendisine ait olan bir bilgisini, tekelleştirmeye kimsenin gücünün yetmeyeceği “anonim bilgi” zincirine dönüştürerek…
Nitekim pandemi sürecinde biz, sadece bir salgınla değil, küresel bir güncellemeye, dünyanın geleceğine ayar çekme operasyonlarına da tanık olduk. Hatta Web-2 dönemi ürünü olan Facebook ve Google gibi bilişim ve dijital dünyanın ara yüzlerinin aslında tüm dünyadan veri alma, alınan verilere göre askerî, ekonomik ve eğitsel operasyonlar düzenlediğini ve büyük kartelleşmenin altyapısı için “ücretsiz kullanım” maskesi altında bu arayüzlerin nasıl kullanıldığını bir deşifre ile öğrendik.
Dolayısıyla tüm bu tecrübeler ve gözlemler, benim bizzat bilginin kendisine ve bilgi politikasına odaklanmama sebep oldu. Klasik eğitim teorilerinin ve uygulamalarının artık geçerli olmadığı bir dünya ve onun geleceğine her gün uyandığımızı gördüm. Bu nedenle ülkenin dört bir tarafında verdiğim konferanslarda dijital dünyaya ve getireceklerine dikkat çektim.
Ve evet, kabul ediyorum ki, eğitim politikasında ve hizmetlerinde nicelik olarak çok büyük hizmetler verdikse de artık okullara doyan toplumun beynini bilgi ve onun politikası ile doyurmak için çalışmak gerektiğini düşünüyor ve dillendiriyorum.
Unutmayalım ki, bilgi beyinde değil de örneğin elde ise (tıpkı cep telefonları ve tabletler gibi), o zaman beyninizi başkası yönetiyor demektir!